Son günlerde yaşadığı zorlu süreçle dikkatleri üzerine çeken Sena, erkek şiddeti ve kadın cinayetleri konusundaki güçlü duruşuyla topluma sesleniyor. “Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum” diyerek, yaşadığı trajediyi bir etiketle sınıflandırılmasına tepki gösterdi. Sena'nın hikayesi, kadınların yaşadığı şiddet, maruz kaldıkları kötü muameleler ve bunun ruhsal sonuçları üzerine düşündürücü bir ayna tutuyor. Bu yazıda, Sena'nın yaşadığı süreçten hareketle kadın cinayetleri ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği konularına derinlemesine bir göz atacağız.
Türkiye, maalesef kadına yönelik şiddet ve cinayet oranlarının oldukça yüksek olduğu bir ülke. Her yıl yüzlerce kadın, cinsiyetleri nedeniyle hunharca öldürülüyor. Ancak büyük bir sorun daha var: Kadınların bu tür olaylarla anılması. Sena’nın da ifade ettiği gibi, “Kadın cinayeti” terimi, yaşanan olayları birer etiket haline getiriyor. Kadınlar, sadece cinsiyetleri nedeniyle hedef haline gelirken, yaşadıkları trajedilerin özünde onları tanımlamak pek mümkün olmuyor. Her bir kadın, bir hikaye, bir yaşam, bir mücadele. Bu mücadele sadece hayatta kalmak değil; aynı zamanda toplumun algılarına karşı dimdik ayakta durmak.
Ülkemizde kadın cinayetleri istatistikleri, 2022 yılında tekrar arttı. Türkiye'de neredeyse her ay, bir kadın cinayetinin haberi gündeme gelmekte. Bu durum, toplumun bu konuda ne kadar farkındalık geliştirdiği ve durumu değiştirmek için neler yaptığıyla doğrudan alakalı. Kadınların, hem sosyal hayatta hem de özel hayatta yaşadığı zorluklara karşı mücadele etmesi gerektiği bu tür trajik durumlarla çok daha görünür hale geliyor. Sena’nın durumu, daha önce yaşanan pek çok olayın sadece bir yansıması. “Ben bir kadın olarak hayatta kalmak istiyorum. Bunun tek başına bir kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum” diyerek, durdurulamaz bir azimle, kendini savunmaya çalışıyor.
Bu tür vakalar, kadınların yaşadığı problemi daha geniş bir perspektiften ele almamız gerektiğini gösteriyor. Kadın cinayetleri ve şiddeti önleme konularındaki toplumsal algı, eğitim sisteminin, medya temsilinin ve devlet politikalarının bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Cinsiyet eşitsizliği, yalnızca kadınları değil, tüm toplumu etkileyen derin bir yaradır. Kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi için çok yönlü bir yaklaşım gerekirken, bu tür trajik hikayelerin görünür hale gelmesi toplumun bilinçlenmesine büyük katkıda bulunuyor. Sena’nın sesi, bir çok kadının sesine dönüşüyor; buna katılarak, kadın cinayetleriyle anılmayı kabul etmeyen birçok kadının olduğunu görmek mümkün.
Bir kadın olarak toplumsal stereotiplerin, cinsiyet rolleri ile ilgili önyargıların kırılması; yaşanan bu acı olaylarla ancak mümkün olacaktır. Eğitim, farkındalık ve destek, bu mücadelede önemli unsurlardır. Sena'nın yaptığı gibi, daha fazla kadın kendi sesini duyurarak toplum içinde değişimi sağlayabilir. Unutulmamalıdır ki, sesini çıkaramayan her kadın, toplumda bir kayıptır. Sena, sadece kendi hikayesini değil, tüm kadınların hikayesini temsil ediyor ve değişim için mücadele eden bir simge haline geliyor.
Sena’nın sözleri, duyduğumuz her hikayenin ardında yüzlerce benzer hikaye yattığını hatırlatıyor. Kadın cinayetlerinin sona ermesi için daha kararlılıkla hareket etmek, bu konuda kapsayıcı politikalar geliştirmek ve kadınları güçlendirmek için harekete geçmek artık bir zorunluluk. Sena, yaşadığı travmayı aşmayı hedefleyerek, bu olayın toplumsal bir çözümle buluşması için de öncülük etmeyi amaçlıyor. Kadın cinayetlerini artık gündem olmaktan çıkararak, bu mücadeleyi bir fırsata dönüştürmek, herkesin üzerine düşen bir sorumluluktur.
Unutmayalım ki, her ses, her çığlık, her mücadele bir değişimin kapısını aralayabilir. Sena'nın haykırışı, tüm kadınların sesi; ve bu ses duyulmadığı sürece, gerçek bir değişim sağlamak güç olacaktır. Kadın cinayetleri ve şiddeti durdurmak sadece bir kadının değil, toplumun her bireyinin sorumluluğudur. Sena'nın yardım çığlığı, umarız ki bir dönüşümün tohumlarını yeşertir. Bu tür trajedilerle anılmak yerine, hayatın her alanında eşitlik ve adalet sağlayan bir toplumda yaşamak dileğiyle…