Türkiye'de kadınların seçme ve seçilme hakkını elde etmesi, yalnızca siyasi bir kazanım değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinin önemli bir adımı olmuştur. Bu hak, Türk kadınlarına, 1934 yılında, Cumhuriyet ile birlikte verilmiştir. Bu süreç, kadınların toplumsal hayattaki yerini güçlendirmek için atılan büyük adımlardan biridir. Ancak bu hak, yalnızca bir yasal düzenlemeyle kazanılmamış; aynı zamanda yıllar süren mücadelelerin ve değişim taleplerinin sonucunda elde edilmiştir. Bu yazıda, Türkiye'de kadınların seçme ve seçilme hakkını kazanma sürecini inceleyecek ve bu tarihin önemine değineceğiz.
Türkiye'de kadınların seçme ve seçilme hakkını kazanma mücadelesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerine kadar uzanmaktadır. 19. yüzyılın sonlarına doğru, kadın hareketleri, eğitim ve sosyal haklar üzerine önemli talepler ortaya koymaya başlamıştır. Bu süreçte, kadınların eğitimi ve toplumsal hayata katılımı konusunda çeşitli dergiler ve platformlar aracılığıyla bilinçlendirme çalışmaları yürütülmüştür. Özellikle 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin ilanıyla birlikte, kadınlara yönelik yeni fırsatlar ve haklar doğmaya başlamıştır. Cumhuriyetin temel felsefesi; eşitlik, özgürlük ve adalet üzerine kurulmuştur. Bu değerler içinde, kadınların toplumdaki yeri de önemli bir yer tutmuştur.
Cumhuriyetin ilanından sonra, kadınların birey olarak tanınması, haklarının genişletilmesi konusunda çeşitli reformlar gerçekleştirilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde, kadınların sosyal hayatın her alanında yer alması hedeflenmiş; siyasi bir kimlik kazanmaları için gerekli adımlar atılmıştır. 1924 yılında kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu, kadın eğitiminde standartları yükseltmiş, böylece kadının sosyal ve siyasi hayatta söz sahibi olmasının önünü açmıştır. Bu çabalar sonucunda, 1930’da kadınlara belediye seçimlerinde oy verme hakkı tanınmış, ardından 1934’te ise anayasal olarak seçme ve seçilme hakkı elde edilmiştir.
1934 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen kanun ile Türk kadınları, tüm resmi süreçlerde eşit hak kazanımlarına sahip olmuştur. Bu, yalnızca Türkiye’nin tarihinde değil, dünya genelinde de önemli bir devrim olarak görülmektedir. Kadınlar, 1935 genel seçimlerinde ilk kez milletvekili olarak mecliste yer almışlardır. Bu tarihten itibaren Türk kadını, siyasette aktif bir rol üstlenmiş, sosyal ve ekonomik hayatta da daha görünür hale gelmiştir.
Bu hakların kazanılması, Türk toplumu içinde kadınların konumunu ve toplum içindeki rollerini değiştirmiştir. Kadınların mecliste temsil edilmesi, şiddet, ayrımcılık gibi toplumsal sorunlar hakkında daha fazla konuşulmasını sağlarken, aynı zamanda kadınların ekonomik bağımsızlıklarını kazanmalarını da teşvik etmiştir. Seçme ve seçilme hakkı, kadınlara sadece siyasi bir yetki tanımakla kalmamış; yıllar içinde daha birçok alanda, cinsiyet eşitliği konusunda önemli adımların atılmasının zeminini oluşturmuştur.
Bugün, Türk kadınları, çeşitli alanlarda üst düzey görevlerde yer almakta, liderlik pozisyonlarını işgal etmekte ve toplumsal hakları konusunda daha fazla temsili sağlamak adına mücadele etmektedir. Ancak bu süreç, halen devam eden ve çözülmesi gereken birçok sorunu da beraberinde taşımaktadır. Kadınların siyasi ve sosyal hayatın her alanında eşit temsili, geliştirilmesi gereken bir hedef olarak kalmaktadır. Türkiye’de kadınların seçme ve seçilme hakkı, sadece geçmişte bir kazanım değil, gelecekte daha fazla eşitlik için sürdürülen bir mücadelenin de simgesidir.
Sonuç olarak, Türkiye'de kadınların seçme ve seçilme hakkının kazanılması, basit bir yasal değişiklikten çok daha fazlasını ifade etmektedir. Bu durum, Türkiye Cumhuriyeti'nin modernleşme çabalarının bir parçası olarak, kadınların toplumsal hayattaki rollerini güçlendirmeyi amaçlayan bir yaklaşımın ifadesidir. Kadınlar, bu hakla birlikte daha fazla söz sahibi olmuş; cinsiyet eşitliği mücadelesinde önemli bir adım atmışlardır. Bugün, bu hakların kıymetini bilmek ve bunları koruyarak geliştirerek geleceğe taşımak, hepimizin sorumluluğudur.